Haftalık Arşiv:Ekim 2014
Jürgen Habermas kendine ait felsefi sisteminin temeline, Hegel ‘in 5 öznel ruh kategorisinden biri olan “dil’’ ‘i yerleştirmiştir. Dil en sade tanımıyla, insanlar arasındaki anlaşmayı sağlayan ve üzerinde ortak bir anlayışa ulaşılmış sessel simgeler sistemidir. Bu noktada dil mekanizması, bir gösteren (kavram) ve bir gösterilen (dış dünyadaki bir nesne) arasındaki bağlantısallık kurulması yoluyla çalışmaktadır. Ne var ki Hegel ‘in sistemi içinde dil, sadece iletişim kurma aracı olmayıp aynı zamanda kişinin tüm duygu dünyasının (metafizik) ve zihinsel tasarımlarının içinde barındırıldığı bir tanımlamalar alanıdır. Öte yandan dil, Hegel ‘in epistemolojisinin rasyonalist kapsamı içinde nesne-kavram tekabüliyetine yapılan vurgunun işlevsel aracısıdır. Diğer bir deyişle Descartes ‘in algı ve gerçeklik arasındaki yada benzer şekilde Hegel ‘in varlık ve ona ait refleksiyon (varlığa ait, ondan insan zihnine yansıyan kavramsal düşünce) arasındaki fark kavramlaştırmaları bir yabancılaşma kategorisi olmakta ve zihinsel süreçler (Hegel ‘de nesne-kavram diyalektiği) içinde ortadan kaldırılması gereken durumlardır.
Bu noktada Jürgen Habermas ‘ın konumunu daha iyi kavrayabilmek için, Batı epistomolojisine genel bir bakış yararlı olacaktır. Bu kolay bir çaba olmadığından konuyu Yeni Çağ ‘dan itibaren günümüze sınırlandırarak ele almak gereklidir. Batı felsefesinin kökleri Eski Yunan uygarlığındadır ve temel konusu “akıl’’ ve onun işleyiş ilkeleridir. Yeni Çağ ‘da Platon ‘un Rasyonalizmi Descartes ile birlikte dirilmiştir. Rasyonalizmin temel önermesi, insan zihninde doğuştan gelen ve deneye bağlı olmaksızın var olan önsel bilgilerin yada kavram çerçevelerinin bulunduğudur. Descartes ‘in buna eklediği temel yenilik ise, kendinden sonraki hemen tüm Rasyonalistlerin üzerinde kafa yoracağı bir alan açmıştır: Algı ile gerçeklik arasındaki fark. Diyalektik gelişme sistemini ekleyerek Rasyonalizmi en geniş sistematik sınırlarına ulaştıran Hegel ‘de bu “Varlık ile Yansıma” arasındaki fark olarak ifade edilecektir. Günümüze kadar gelen temel bilimlerle ilgili tüm gelişmelerin, bu farkın aşılmasına yönelik olduğu rahatlıkla iddia edilebilir. Descartes ‘in bu yorumu iç dünya (zihin) ile dış dünya (maddi ortam) arasındaki karşılıklı ilişki şeklinde de daha açık olarak ifade edilebilir.
18 yy.dan itibaren Rasyonalizme alternatif olarak, insan zihninin doğuştan boş bir levha olarak meydana geldiği, ancak sonradan elde edilen duyumlarla bilgi yapılarının deneysel olarak oluştuğunu iddia eden ve Anglo-Saxon dünyada ortaya çıkan Empirisizm akımının ilk ve en önemli temsilcisi John Locke ‘dir ve günümüze kadar etkisini çeşitli varyantlarla korumuştur.
Batı felsefesindeki diğer ana bölünme ise İdealizm ve Materyalizm arasında olmuştur. İdealizm ‘in öznel versiyonu, dış maddi dünyanın varlığını tamamen yadsımıştır ve en önemli temsilcisi George Berkeley ‘dir. Nesnel idealizm dış dünyanın varlığını yadsımamakla birlikte, iç dünyanın/düşüncenin, onun üzerinde belirleyici olduğunu iddia eder. En önemli temsilcileri ise Immanuel Kant ve G.W.F. Hegel ‘dir. Bilginin tek kaynağının maddi dünya/nesneler dünyası olduğunu ve bu dünyaya ait tam/kesin/doğru bilginin elde edilebileceğini belirten Materyalizm ise, tarihsel kökleri yine Eski Yunan felsefesine dayanmakla birlikte, Yakın Çağda Ludwig Feuerbach ile dirilmişve Karl Marx ile modern formuna kavuşmuştur.
Böylece Batı Felsefi geleneğinin her biri ikili iç bölünmeye sahip, iki ana bölünme üzerinden ve bunların dörtlü kombinasyonuna göre şekillendiğini iddia etmek yerinde olacaktır. Ne var ki, 19. yy.ın ikinci çeyreğinden itibaren daha sofistike felsefi akımlar gündeme gelmeye başlamıştır. Bunların belki de en etkin olanı ise Pozitivizm olmuştur. Pozitivizm, kurucusu Aguste Comte ile birlikte, Kant ve Hegel ‘den o güne kadar gelen Metafizik felsefi yaklaşımları reddetmiş ve görünen olguların incelenmesi gerektiğine vurgu yapmıştır. Pozitivizm metafizik karşıtlığı konusunda Materyalizm ile birleşir ancak, nesnelerin özünün kavranamayacağı savı ile ondan ayrılarak idealist tutuma yaklaşır. Öte yandan, “gerçeklik” ile ilgili araştırmalarında ise Pragmatism ‘in yöntemine çok yakın bir yöntem izlediği dikkat çekmektedir. Viyana Okulu çerçevesinde Ludwig Wittgenstein ve Ernst Mach ve Richard Avenarius ‘un çalışmaları, Pozitivist dil felsefesi ve epistemoloji alanındaki yetkin örnekleri temsil etmektedir. Vladimir Lenin ise 1909 tarihli Materyalizm ve Amprio-Kritisizm adlı eserinde, Richard Aenarius ‘un felsefi sisteminin eleştirisi üzerinden kendi Materyalist duruşunu şekillendirmiştir.
20 yy.da ise Pozitivizm ‘in baskın nesnelci tutumuna karşı, İdealizm ‘in metafiziğe açılan çeşitli formlarının Dilthey, Gadamer, Bergson, Heidegger gibi filozoflarca tekrar sistematik bir biçimde gündeme getirildiği görülmüştür. Dilthey ve Gadamer kendi dil anlayışlarının Hermenotik (Yorumsama) disiplini kapsamında geliştirmişlerdir. Çıkış noktaları ise, bir diğer Hegelyen öznel ruh kategorisi olan “karşılıklı tanınma” olmuştur. Bu bağlamda özneler arası ilişkilerin kuruluşunda, dil yoluyla karşı öznenin tanımasında öznelliğe yönelik hermenotik yöntemin işlevine vurgu yapmışlardır. Bergson “sezgicilik” felsefesiyle, Spinoza metafiziğini tekrar canlandırmış, Heidegger ise varlık ‘ın öznel deneyimlerle nasıl algılandığı üzerine odaklanmıştır.
Habermas ‘a göre “İletişimsel Eylem”, iletişime katılanların zihinsel/bilişsel art alanındaki bir yaşama evreni içinde gerçekleşir. İletişime katılanlar için yaşama evreni ancak doğal art alan kabullerinin düşünseme öncesi biçiminde ve naif bir biçimde edinilmiş beceriler biçiminde vardır. Bu koyut (postulate) Habermas ‘ın Rasyonalizm ile olan bağlantısını serimler. Burada önsel (apriori) olan doğal art alan kabülleridir. Ne var ki bu Rasyonalizm, zihinsel algı kalıplarının varlığını kabul eden Kant-Gil Rasyonalizm değil, öznel ruh kategorilerini önsel olarak temel alan Hegel-Gil Rasyonalizm ‘dir.
Habermas temel yapıtı olan İletişimsel Eylem Kuramı ‘nda Hegel ‘in epistemolojisinden bir miktar koparak Kıta Avrupası rasyonalizminden Anglo-Saxon deneyciliğine (Emprisizm) kayar. Hatırlanacağı üzere Emprisizm Rasyonalizim ‘in aksine, önsel zihinsel şema ve çerçevelerin varlığını reddederek ve zihnin bilgi yapılarının dış dünyadan edinilen duyumlar üzerinde şekillendiğini vurgulayarak Rasyonalizmin mutlakçı epistemolojik eğiliminden uzaklaşmıştır. Böylece Emprisizm ‘de mutlakçı bilgi arayışından çok odak “eylem” ve onun gerçekleştirilmesinin koşullarına kaymıştır. Emprisim bu noktada Pragmatizm ve Instrumentalizmi doğurmuştur ve diğer bir deyişle amacı doğru/kesin bilgiye ulaşmaktan çok, doğru (yerini bulan) ve istenen pratik sonucu sağlayan eyleme ulaşmaya kaymıştır. Nesne-kavram tekabüliyeti arayışı yerini önerme-eylem tekabüliyetine bırakır. Bu bağlamda İletişimsel Eylem Kuramı içinde dilsel önerme tiplerinden “edim-sözel” önermeler merkezi bir yer tutmaktadır. Sonuç olarak Habermas ‘ın felsefi sistemiyle, Immanuel Kant ‘ın da zamanında yaptığı gibi, rasyonalist ve emprisist epistemolojiyi kaynaştırdığı iddia edilebilir.
“Edim-sözel” önerme, önermeyi dile getiren kişinin gelecekte belirli bir eylemi yapacağına dair bir vaat içeren önermedir. İnsanlar arası ilişkilerde oldukça sık kullanılmaktadır. Ne var ki önermenin dile getirilmesi, vaat edilen eylemin gerçekleştirileceğine dair bir garanti içermemektedir. Vaat edilen eylemin zaman içinde gerçekleştirilip gerçekleştirilmemesi ise, vaatte bulunan öznenin ahlaki tercihine kalmaktadır. Ortaya atılabilecek olan birçok edim-sözel önerme zaman içinde belirtilen vaatlerin yerine getirilip getirilmediğine göre sınanır. Bu sınama süreci ise, dil-ahlak bağlantısının açıkça belirdiği alanların başında gelmektedir. Verilen vaadin yerine getirilmesi önerme-beklenti-eylem tekabüliyetini sağlamış olacağından, yabancılaşma etkisinin ortadan kalkması sonucunu doğurur. Söz konusu gerçekleşme “ahde vefa’’ ilkesinin yerine getirildiğini gösterir. Böylece aynı ilke insani değerler kümesi üzerinden şekillenen iletişimin yapılaştırdığı “yaşama evreninin’’ temel özelliği olan “dayanışma’’ ilkesinin de temel taşını oluşturmaktadır.Bir “yaşama evreni’’, kendisini oluşturan üyeleri arasındaki iletişimin ve eylem koordinasyonunun belli ahlaki ön-kabuller ve dostluk, dayanışma, yardımlaşma, ahde vefa gibi insani değerler üzerinden şekillendiği bir komüniteryen grup tipine işaret etmektedir. Ne var ki bu grup tipi “şeyleştirici’’ süreçleri karşısında, her an dağılma riskini üzerinde taşımaktadır. Bu potansiyel olgu ise Habermas tarafından “yaşama evreninin sömürgeleştirilmesi’’ terimiyle betimlenir. Bunun sonucunda, bir yönüyle aşırı objektivite arayışında ve modern çalışma koşullarının içinde olan, ancak diğer yönüyle insani/dayanışmacı değerlerin taşıyıcısı olan çalışan birey, zihinsel düzeyde bir “ide parçalanması’’ ‘na maruz kalır.
İnsanlar arası ilişkilerdeki bu mantığın paralel olarak makro-sosyolojiye taşınması da benzer imaları ortaya çıkarmaktadır. Talcott-Parsons ‘un toplumun fonksiyonel bölünmesinden (zirve-taban bölünmesi) hareket eden Habermas, ekonomik-politik alan ile taban arasındaki ilişkide (yada yöneten-yönetilen ilişkisi) zirve tarafından tabanın rızasını oluşturmak için oluşturulan “sahte-uzlaşmalara’’ dikkat çeker. Basit bir dil ile ifade edilirse bu, politikacı tarafından seçmene verilen boş vaattir. Bunların önüne geçebilmek için tüm toplumsal karar alma süreçlerinin yukarıdan aşağıya olmak yerine, azami katılımcılıkla gerçekleştirilmesini önerir. Örneğin; bir iş kanunun yapılması sırasında kanunun konusunu oluşturan çalışan kesimlerin, kanunun oluşturulma sürecine katılmalarının sahte-uzlaşma oluşumunun önüne geçebileceği iddia edilebilir. Böylece Habermas ‘ın önerisi zirve taban ilişkilerinde ortaya çıkan politik yabancılaşmanın aşılmasında işlevsel bir anlam kazanmaktadır. Habermas ‘ın önerisinin diğer boyutu ise, felsefi anlamıyla modernitenin ortaya çıkardığı aşırı objektivizasyon/şeyleşme problemine karşı bir çözüm önerisi niteliğinde olmasıdır. Hatırlanacağı gibi modernist epistemolojik eğilim toplumsal ilişkilerin kuruluşunda mümkün olan en nesnel değerlendirme kalıplarına doğru bir yön taşır. Bu eğilimin aşırılaşması ise tüm karar alma süreçlerinde duygu ve düşüncelere sahip olan “insan’’ faktörünün basit, sıradan bir unsura indirgenerek hiçlenmesi tehlikesini de beraberinde getirmektedir. Mümkün olan en geniş katılımcılığın sağlanması, bu eğilimin taşıdığı potansiyel tehlikenin bertaraf edilebilmesine yönelik de bir etki doğurma potansiyeline sahip olacaktır.
Tarafımı belirledim.
Ben çocukların tarafındayım; masum, tatlı bakışlı, çokça gülen yüzlü bazen hüzünlü…
Koşup oynamak, kucağa alınmak, sevilmek, okşanmak isteyen biricik çocuklarımızın…
Misler gibi okullarda okumaya, çiçekli bahçelerde koşmaya, sevgi kadar saygı da görmeye layık çocuklarımızın.
Evet ben tarafımı belirledim.
Dünyadaki ve ülkemizin tüm çocuklarının tarafındayım.
İşte İLKYAR ‘ı tam da bu yüzden çok seviyorum ya…
İLKYAR ‘da çocukların tarafında bence… Kitaplarla, deneylerle, şarkılarla, sunumlarla, oyunlarla, yürek yüreğe sohbetlerle İLKYAR ‘da çocukların tarafında.
Sabahın erken bir vaktinde o gencecik gönüllü arkadaşlarım bir iniyor Mavi Otobüs ‘ten, bir kucaklıyor minik yürekleri, ellerinden tutup bir oynuyorlar, bir başlıyorlar şarkılara, türkülere, deneylere, hiç bilmedikleri tanımadıkları dünyalara bir götürüveriyorlar çocukları, çocuklarımızı…
Sonra o ablalar abiler nasıl da şaşırtıveriyorlar o gencecik zihinleri, yeni ufuklar açıyorlar söyledikleriyle, anlattıklarıyla… Hem de yepyeni ufuklar…
Bir de ne yapıyorlar biliyor musunuz? Hayal eşiklerini yükseltiyorlar bu güzel çocukların: Önce “Ben yapamam ki bunları.” diyenler, bir de bakıveriyorsunuz günün sonunda “Ben de senin gibi üniversiteyi kazanacağım.” diyor bir abiye yada bir ablaya.
Çocuklardan tarafım hep.
En çok onlardan, hele de yatılı okullarda okuyanlardan etkileniyorum.
Evlerinden, anne babalarından uzak, öğretmenlerine emanet oluşlarından…
Yeşil, kahverengi, ela ama mutlaka sımsıcak bakan gözlerinden…
Hele bir sarılışla, bire bin veren bereketli topraklar gibi hep el ele, gönül gönüle olmak isteyişlerinden…
Yatakhanelerine davet edip “Biraz daha kal” deyişlerinden, “Saçımı örer misin abla?” diye soruşlarından, “Ah hiç gitmeseniz!” dileklerinden…
Bazen güzel bir yuvaya çevrilmişse de, genellikle toz toprak, kir pas içinde, bakımsız yatakhanelere, o kırık dökük lavabolara, tuvaletlere layık görülmelerinden etkileniyorum.
İstiyorum ki bu güzel, tatlı, sevgi dolu, masum çocuklar da bütün yaşıtları gibi, her şeyin en güzeline en iyisine ulaşabilsinler; onların da sıcacık kabanları, botları olsun, soğuk havalarda giyecekleri, oyuncakları olsun rengarenk, kitapları olsun raflar dolusu, merakla açtıkları kocaman gözleriyle sordukları tüm soruların cevaplarını arayacak olanakları ve gelecek için hayalleri, umutları olsun…
İlkyar ‘larımızın geleceğine güzellikler katmak için belki bir kitap için, belki anısını yaşatmak istediğiniz büyüğünüz için bir kitaplık, belki de daha fazlası için İş bankası ODTÜ şubesi (4229)
TL Hesabı : TR26 0006 4000 0014 2290 7069 68
EUR Hesabı: TR92 0006 4000 0024 2293 5074 26
USD Hesabı: TR91 0006 4000 0024 2293 5762 17
(Hesap sahibi İLKYAR) Lütfen bağışınızın açıklama kısmına isminizi mutlaka lütfen belirtin…
Web Adresi : www.ilkyar.org.tr / Eposta : ilkyar.yonetim@gmail.com
Saat 5. Gözümü açıyorum. Hangi okuldaydık hatırlamaya çalışıyorum. Kendi yurdumda, ODTÜ ‘de olduğumu farkediyorum. Büyük hayal kırıklığı…
Artık çok klasikleşen proje sonrası okula bir türlü alışamama zamanı. Ama bu sefer garip bir hal daha mevcut. Sanki projeden öncesi hiç yokmuş gibi. Sanki ben Eylül ‘de doğmuşum gibi. Ondan öncesi büyük karanlık, büyük boşluk. Günlük rutin işlerimi halletme çabasındayım. Ders notlarını tamamla, defterleri al, yurt parasını yatır. Bankaya gidiyorum yurt parasını yatırmaya. Dışarıdan bir müzik sesi geliyor. İstemsizce yanağımdaki yaraya dokunuyorum. Son gece Sultan ‘la vedalaşırken Sultan ‘ın tokası çizmişti yanağımı. Sultan çok üzülmüştü görünce. Bense o yaranın varlığından dolayı çok mutluyum. Sultan ‘ın elini tutmuş gibi oluyorum her defasında. Sıra bana geliyor bankada. Karışıyorum yeniden kalabalığa. Kim bu insanlar, neden bu kadar kalabalık her yer? Büyüyor kalabalık gözümde. Onlar büyüyor, ben küçülüyorum. Küçülüp kaybolmak istiyorum.
Esma ile konuşuyorum. Esma okula gitmek istiyor, ama bir sürü şanssızlık bırakmıyor yakasını. Ama Esma asla vazgeçmiyor. Esma ‘ya destek olmaya çalışıyorum kendi çapımda, konuşuyorum onunla “Abla, önce Allah ‘a sonra sana güveniyorum” diyor. Telefonun öbür ucunda Esma bu kadar zorluğa dayandığı için büyüyor yüreğimde. Esma büyüyor, bense küçülüyorum. Hissettiğim şey çaresizlik.
Çivi uzatıyorum ikinci sınıfa giden bir çocuğa, konuşuyoruz, “Adın ne, kaç yaşındasın, kaç kardeşsiniz?” Anlatıyor bana, babasının uzaklarda çalıştığını, haftasonu gidecek bir evi olmadığını. 4 kardeş yiboda kaldıklarını. Sonra öğreniyorum, ablasının geceleri uykusunda sayıkladığını. En son ne için ağlamıştım ben? Sık sık görüşmemize rağmen bir arkadaşım uzaklara gittiği için mi? Utanıyorum kendimden. Muhammet anlatıyor, büyüyor yüreğimde. Bense küçülüyorum. Hissettiğim şey çaresizlik.
Emine çıkmıyor aklımdan. Türkçe bilmediği için bir türlü konuşamadığım Emine günün çoğunluğu ağlayarak geçiriyor. Koridor deneyleri sırasında yanıma sokuluyor, belli ki elimdeki deney ilgisini çekmiş. Bir tek orada güldüğünü gördüm. Emine niye ağladı, korkmuş muydu, sıkılmış mıydı bilemedim. Emine niye ağlamıştı? Sahi siz en son neye ağladınız? Neye üzüldünüz? Şimdi düşününce hepsi size de saçma geliyor mu? Emine neye üzüldü anlayamadım, Emine ‘nin gözyaşları küçülttü beni. Hissettiğim şey çaresizlik.
Necbe Teyze ile tanıştık. “Berdel gittim.” diyor Necbe Teyze. Sonra eşi ve eşinin ikinci hanımı Necbe Teyze ‘yi 7 çocuğuyla beraber nasıl bıraktıklarını anlatıyor. Geçirilen zor günler bir kaymakamın Necbe Teyze ‘yi işe almasıyla bir nebze olsun azalıyor. Kaymakamın adını bile sormadım ama elini öpmek istedim o an. Necbe Teyze ‘nin kızının okula gitme zamanı yakınmış, ama bunun için gerekli olacak maddi imkan yok Necbe Teyze ‘de. Ona fikir vermekten, burs veren insanları anlatmaktan başka çarem yok. Utanıyor Necbe Teyze isteyemem diyor. Okulu bitirip bir an önce işe girmem gerektiğini anlıyorum.
Boş olduğum her an bunlar geliyor aklıma. Derse gitmem gereken zamanlarda karıştığım kalabalık korkutuyor beni. Sanki bu insanları ilk defa görüyormuşum gibi. Kim bu insanlar, ne yapıyorlar? Hepsi ayrı ayrı yabancı bana.
Kendimizi büyük bir koşuşturmanın içinde bulurken hep, bu kadar çabanın ileride iyi yerlere gitmesini dilemekten başka çarem yok. İyi insanların iyi yerlerde olmasını diliyorum. Necbe Teyze ‘ye yardımcı olan kaymakamın herkese örnek olmasını diliyorum.
Birkaç kızla konuşuyoruz. “Üniversiteye gitmek istiyor musunuz?” diye soruyorum. “Babamız göndermez abla, biz cahil kalacağız.” diyor. O an önyargılarımızın fazlaca esiri olduğumuzu görüyorum. Nerden duymuşlar okumayanların cahil olduğunu. Anlatmaya çalışıyorum cahil kalmakla üniversiteye gitmemenin hiçbir alakası olmadığını. Fatma ‘nın bu sene sonunda yani 8.sınıfı bitirdikten sonra kardeşlerine bakmak zorunda olduğu için okula gidemeyeceğini biliyorum. Fatma çok büyük bir fedakarlık yaptığı için okuyamayacak belki, ona cahil demeye kimin dili varır. Hangimiz onun kadar büyük bir fedakarlık yapmışızdır; 7 tane kardeşine abladan çok anne olan Fatma ‘ya cahil deseler, bu utancı hepimizin taşıması gerekmez mi?
Esma ‘nın okula gideceğini öğrenince su serpilmiş gibi oluyor yüreğime. Esma başardı. Gökçe de başaracak, Muhammet, Sultan, Nimet… Belki hepsi okula gidemeyecek, ama çok daha büyük başarılara imza atacaklar, belki hiçbirimizin asla başaramayacağı büyük başarılara…
Gözümde büyüttüğüm dertlerin, aslında ne kadar küçük olduğunu keşke sadece proje dönüşleri hatırlamasam yada keşke Emine de Fatma da Gökçe de Muhammet de benim dert ettiğime benzer şeyler dert edebilseler yada keşke diğer çocuklar gibi olsa dertleri, onları en çok üzen çok fazla çikolata yedikleri için annelerinin onlara çikolota almayışları olsa keşke.
Keşke onların dayanmaya çalıştığı o yükleri hepimiz omuzlasak aynı anda. Onlar büyüyor benim yüreğimde, bense küçülüyorum. Hissettiğim şey çaresizlik…
İlkyar ‘larımızın geleceğine güzellikler katmak için belki bir kitap için, belki anısını yaşatmak istediğiniz büyüğünüz için bir kitaplık, belki de daha fazlası için İş bankası ODTÜ şubesi (4229)
TL Hesabı : TR26 0006 4000 0014 2290 7069 68
EUR Hesabı: TR92 0006 4000 0024 2293 5074 26
USD Hesabı: TR91 0006 4000 0024 2293 5762 17
(Hesap sahibi İLKYAR) Lütfen bağışınızın açıklama kısmına isminizi mutlaka lütfen belirtin…
Web Adresi : www.ilkyar.org.tr / Eposta : ilkyar.yonetim@gmail.com
Bu yazıda Michelangelo ‘nun aynı içerikte ama yaşamının farklı yıllarında ürettiği yapıtlarından söz etmek istedim. Sanat tarihinde birçok sanatçının defalarca resmettiği yada heykelleri ile unutulmazlar yarattığı Pietà ‘lardan söz edeceğim.
Önce sanatçının özgeçmişine kısaca değineyim isterseniz. Michelangelo di Lodovico Buonarroti Simoni; 6 Mart 1475 ‘de İtalya ‘nın Toscana Bölgesi ‘nde Arezzo yakınlarında bulunan Caprese ‘de doğar. Doğduğu sırada kasabanın Belediye Başkanı olan babası Ludovico Buonarroti, görevinden ayrılınca aile Floransa ‘ya taşınır. Beş çocuklu aile için sıkıntılı günler başlamıştır; küçük Michelangelo ‘yu bir taş işçisinin karısının bakımına bırakırlar. Yıllar sonra sanatçının, ”Dadımın göğsünden sütüyle birlikte, keskiyi ve tokmağı da emdim.” dediği rivayet olunur. Babası, küçük yaşta annesini kaybeden Michelangelo ‘yu, sanatçı olursa ailenin itibarının zedeleneceğini düşünerek hiçbir zaman desteklememiştir. Hatta amcaları da dahil olmak üzere, tüm aile, ona engel olmak için çok sert yöntemlere başvurmuşlar, ancak sanat eğitimi almasına engel olamamışlardır.
“Michelangelo ‘nun Portresi” Daniela Volterra, desen
Vasari, sanatçının ilk eğitim yılları hakkında şöyle yazar; “1488, Nisan ‘ın birinci günü, sanatçının babasının ‘Ben Lodovico di Leonardo Buonarroti, oğlum Michelangelo ‘yu Domenico ve David di Tommaso di Currado ‘nun yanına üç yıllığına çırak olarak verdim.’ dediğini kaydediyorum.” Michelangelo, 13 yaşından itibaren fresk ressamı Domenico Ghirlandaio ‘nun atölyesinde eğitime ve çalışmaya başlamıştır. Aynı yıllarda birçok genç sanatçının yaptığı gibi, Medici ailesine ait olan San Marco Bahçesi ‘nde bulunan antik çağ kolleksiyonlarından desen çalışır. Bu sırada Lorenzo de Medici, yani Muhteşem Lorenzo ile tanışır. Antik Çağ düşüncesi, şiir başta olmak üzere, entellektüel dünya ile ilgilenmeye başlar. Dante ‘yi defalarca okur, kendisi de şiir yazar. Lorenzo ‘nun 1492 ‘deki ölümüne kadar da büyük destek görür.
Çabuk kızan, sinirli, kendini beğenmiş alaycı, aksi ve kavgacı bir kişiliğe sahip olduğu düşünülen sanatçı; 1495 ‘te “Uyuyan Cupid” heykelini bitirir. Bu heykeli, San Giorgio Kardinali ‘ne antika diye satarlar. Aynı yıllarda Roma ‘ya giden sanatçı “Baküs” adlı bir mermer heykel yapmıştır. Bu yapıtları, tamamen antik çağ sanatçısı titizliği ve kalitesindedir. Sanki, o çağda yapıldığı zannedilecek kadar yüksek bir maharettedir.
İşte bu durum, yazımızın konusu olan eserle ve sanatçının tepkisiyle ilgili bazı sonuçlara neden olmuştur.
“Pietà” 1499, mermer, yük.174 cm, taban genişliği 195 cm Basilica di San Pietro, Vatican
Rönesans dünyasının kentleri farklı karakterlere sahipti. Floransa ‘nın zenginlerinin entellektüel dünyası ve bilinci, ne denli sağlamsa, Roma ‘nın zenginlerinin alt yapısı o denli zayıftır. Floransa ‘da sanatçılarla ilişki, bilinç ve bilgi ile zenginleşmiş iken, Roma ‘da küstah ve ben bilirim havası hakimdir. Michelangelo Roma ‘ya gittiğinde bir aracı vasıtasıyla yaptığı heykelin, antika diye satıldığını ve üstelikte kendisine söylenenden çok daha fazlasına satıldığını öğrenince küplere biner. Eseri alan kişinin küstahlığı da cabasıdır. Bu çağın sanatçısının, antik çağ sanatçıları kadar yetenekli olamayacağını ve aldığı eserin original bir Yunan yada Roma eseri olduğunu anlayabileceğini iddia etmesi onu çılgına çevirir.
Sonunda aracı eseri, Michelangelo ‘nun yaptığını itiraf etmek zorunda kalır. Söylenen odur ki, işte bu yüzden sanatçı, 1499 ‘da yaptığı ünlü heykeli “Pietà” ‘nın üzerinde Meryem ‘in elbisesini çapraz olarak kesen bantta, ilk ve tek olarak, heykelin en görünen yerine imzasını atar: “MICHAEL ANGELUS BONAROTUS FLORENTINUS FACIEBAT / Floransalı Michelangelo Bounarroti tarafından yapıldı.”
“Pietà”ayrıntı, 1499, mermer, yük. 174 cm, taban genişliği 195 cm Basilica di San Pietro, Vatican
Sanatçı ömrünün büyük bölümünü Roma ‘da geçirir.
Biz şimdi yazımızın konusu olan ve bugün San Pietro Kilisesi ‘nde bulunan “Pietà” ‘ya ve sanatçının yaptığı diğer Pietà ‘lara odaklanalım. Bilindiği gibi Pietà; çarmıhtan indirilen İsa ‘nın annesinin kucağına aldığı acıklı ve duygusal anın betimlenmesidir. Kelime, İtalyanca kökü ile dilimizde de aynen kullanılmaktadır. Latince Pietās ‘ın çekimli hali olan, Pietatem ‘den gelen ve ‘merhamet’ anlamında kullanılan bu kelime, aynı zamanda “aileye, devlete veya Tanrı ‘ya bağlılığı” da işaret eder. Pietà (İtal.); acıma, bağlılık, saygı, Pity (İng.); acıma, Pitie (Fran.); acıma…
“Pietà (Vesperbild)” 1400, Bohemian, kalker, 38.1×39.1×14 cm., Museum of Metropolitan, Newyork, ABD
Pietà ‘lar o zamana kadar genellikle Alpler ‘in kuzeyinde özellikle Almanya ‘da Vesperbild ‘de günahlardan arınma düşüncesine bağlı olarak yapılmıştır. Michelangelo Pietà heykelini, İsa ‘nın ölümünden sonra acılar içindeki annesinin kucağında oturur şekilde sahnelenmesinden yola çıkarak yapmıştır. Ancak o sıralarda 23 yaşında olan sanatçı, bu dramatik sahnede yer alan Madonna imgesini daha önceleri hiç denenmemiş bir biçimde ele alır. Başını hafifçe eğerek kucağında cansız bedenini taşıdığı oğluna doğru bakmakta olan anne, tüm zamanların ötesinde genç bir kadın olarak betimlenmiştir. Bu yaşlarda evladı olan bir anne değildir o!
1951 doğumlu Fransız şair ve yazar Christian Bobin, güzelin veya aklın varlığı için, yeni doğum yapmış kadına bakılmasını önerir. “Eğer zeka, düşüncenin o en narin çiçeği, resmedilmek istenseydi, hangisi olursa olsun genç bir annenin yüzü alınırdı. Aynı şekilde her aşkın ıstırap verici, eksik ve koparılmış yanını söylemek gerekseydi de”der. Burada acıların en acısını tadan anne için, artık yaşamın anlamı kalmamıştır. Kadın için ıstırapların en büyüğü yaşanmıştır. Artık onun, evladının yanına gitmek, yitirdiği parçasına kavuşmak için tanrıya yalvarmaktan başka bir çaresi yoktur.
“Pietà”ayrıntı, 1499, mermer, yük. 174 cm, taban genişliği 195 cm Basilica di San Pietro, Vatican
“Ölü İsa ‘nın bedeni kas, damar ve sinir sistemlerinin tasviri mükemmel bir biçimde gösterilmiştir. Hiçbir ceset, ölümden sonra bu denli başarılı bir biçimde tasvir edilmemiştir. Annenin zamanlar ve gerçek ötesi kavramsal duruşuna karşın İsa, son derece dingin, gönül rızasıyla, teveccüh içinde bir ifadeye sahiptir. Yapıt ünlü tarihçi Vasari ‘nin de dediği “İlahi Güzellik” kavramına işaret eder. Michelangelo, ilahi gücü, meziyetleri yada mutlak güzelliği, dünyevi güzellik aracılığıyla sunmaktadır.
“Lazlo-Toth ‘un Saldırısı”1972
“Lazlo-Toth ‘un Saldırısı”1972
“Lazlo-Toth ‘un Saldırısı”1972
“Lazlo-Toth ‘un Saldırısı”1972
“Lazlo-Toth ‘un Saldırısı”1972
“Lazlo-Toth ‘un Saldırısı”1972
“Lazlo-Toth ‘un Saldırısı”1972
Sanat tarihçi Giorgio Vasari, 1550 ‘de bu yapıtı gördüğünde kitabına şöyle yazar: “Bazen ancak doğanın yapabileceği mükemmellik ve tazelikte bir güzelliğe sahip, kayadan fırlayan bir mucizevi başarı yaratılmıştır.”
21 Mayıs 1972 ‘de Laszlo Toth isminde bir çılgın Macar, San Pietro Bazilikası ‘nda sunak korkuluğundan atlayarak 12 çekiç darbesi indirerek Rönesans ‘ın başyapıtlarından biri olan Michelangelo ‘nun Pietà ‘sına ciddi biçimde zarar verir. Meryem ‘in İsa ‘nın başını tuttuğu kolu ve elini koparmış, burnunun ucunu kırmış ve heykelin çeşitli yerlerinde de yüz kadar küçük kırıklar oluşturmuştur. Tehlikeli bir insan olduğu ve akli dengesinin yerinde olmadığı düşünülerek 9 Şubat 1975 ‘te Macar asıllı Avusturalyalı bu yerbilimci, istenmeyen yabancı olarak İtalya ‘dan sınırdışı edilmiştir. Saldırgan, Avusturalya ‘ya döndükten sonra da, kamunun önünde ve mahkemelerde elinde çekicini göstererek ve ağlayarak “Ben İsa Mesih ‘im – onun ölü bedeninden dirildim.” diye seslenir. Lazlo Toth daha sonraları Macaristan ‘a geri dönmüş, sosyal yaşamında genel olarak yalnız bırakılmış olmakla birlikte, 70 ‘li yaşlarına kadar yaşamış, ailesi torunları olmuştur.
“Pietà” 1499, mermer, yük.174 cm, taban genişliği 195 cm Basilica di San Pietro, Vatican
Bu saldırı nedeniyle, eserin restorasyonu söz konusu olduğunda sanat çevresinde büyük tartışmalar başlar. Bazıları eserin hasarlı olarak bırakılmasını isteseler de, çoğunluğun kararı ile restorasyon tamamlanır ve bu saldırıya ait bir işaret bırakılmaz.
“Palestrina Pietà” 1555, mermer, yükseklik 253 cm Galleria dell’Accademia, Floransa, İtalya
Palestrine Pietà ‘sı olarak bilinen yapıt, sanatçıya atfedilmekle birlikte, tümünün onun tarafından yapıldığı konusunda net bir bilgi yoktur. Ölü İsa ‘nın bedenini taşıyan diğer iki kişi ile birlikte düşünülmüş bu yapıtın, büyük bir bölümününde bitmemiş olduğu düşünülmektedir. İsa güçsüz, zayıf ve tüm ağırlığını bırakmış bir ölü bedene sahiptir. Onu taşımaya çalışan kişiler ise, yalnız koltuğunun altından ve bacağından kavrayarak sanki onu bir yere yerleştirmeye çalışmaktadır. Bu kişilerin kimlikleri ve ifadeleri yeterince gösterilmemiş hatta işlenmemiş bir mermer gibi durmaktadır. Yine de sanatçının, sanki kayanın içinden kendiliğinden oluşarak, bize doğru gelecek olan figürü, bir önceki safhadaymış gibi bir etkiye sahiptir.
“Pietà” 1550, mermer, yük. 226 cm Museo dell’Opera del Duomo, Floransa, İtalya
Michelangelo ‘nun son iki yada üç Pietà ‘sı – ki hepsi yarım kalmıştır – olasılıkla mezar heykelleri gruplarının parçaları olarak düşünülmüştür. Bazıları belki de kendi mezarı için tasarladığı çalışmalardır. Vasari ‘ye göre; sanatçı Roma ‘da bulunan Santa Maria Maggiore Kilisesi ‘nde yakılmak istiyor ve 1547 ve 1553 yılları arasında çalıştığı, 1555 ‘de yıkılma sırasında bacakları zarar gören Pietà ‘nın ayakları altına gömülmeyi düşünüyordu. Sanatçı zarar gören bu heykelin parçalarını hizmetlisine vermiş, o da bu parçaları satmıştır. Parçaları ve alan kişi birleşetirerek heykeli yeniden ayağa kaldırır.
“Pietà”ayrıntı, 1550, mermer , yük. 226 cm Museo dell’Opera del Duomo, Floransa, İtalya
Heykelin, dekorasyonu Giorgio Vasari ile başlayıp, Baccio Bandinelli (1547–72) ile devam edip 1579 ‘da Federico Zuccari tarafından tamamlanmış olan, Santa Maria del Fiore Katedrali ‘nin içine konulması düşünülmüştür. Heykel grubunda İsa ‘yı taşıyan figür olasılıkla Michelangelo ‘nun portresidir. Yapıt, bugün İl Grande Museo del Duomo ‘da bulunmaktadır.
“Pietà Rondanini” (bitmemiş) 1552-64, mermer, yük. 195 cm Castello Sforzesco, Milano, İtalya
“Pietà Rondanini” (bitmemiş) 1552-64, mermer, yük. 195 cm Castello Sforzesco, Milano, İtalya
Son olarak sanatçının ölümünden altı gün önce başlayıp bitiremediği “Rondanini Pietàsı” ‘nı konuşacağız. Michelangelo ‘nun sanat yaşamının başlarında Antikite ‘ye nasıl bağlı olduğunu, bir sanatçı olarak ulaştığı maharetin en az antik çağ sanatçıları kadar üstün bir mertebeye ulaştığını, bunların yanı sıra doğayı ne denli titizlikle incelediğini biliyoruz. Sanatçının kadavraları inceleyerek, gerçekliği büyük bir titizlik ve doğrulukla yanılsama alanına taşıma ustalığına hayran kalmamak olanaksızdır. Hayatının ilerleyen dönemlerinde bu özelliklerinin yanına ifade ve yaşamsal dramların tasvirini de eklemek gerektiğini düşünüyorum. İfade olgusu başlangıçta kavramsal ve ilahi iken, zamanla yaşamsal, dramatik ve lirik özellikler taşımaya başlar. Bu yapıtı, onun ilk Pietà ‘sından bu yana, sanat anlayışının ne denli değiştiğini işaret eden, Maniyerist özelliklerle doludur.
Figürlerden hangisinin diğerini desteklediğini anlamak mümkün değildir. Her iki figürde birbirlerine büyük bir bağlılık ve yardımlaşma duygusu ile sarılmışlardır. Her ikisinin de yardıma ihtiyacı vardır ve her ikisi de dünyadan ve Tanrıdan anlayış ve destek beklemektedir. Herkesin duaları üzerlerine olsun istemektedirler. Tensel zenginlikten çok, tinsel zenginlikle sarmalanmışlardır.
“Pietà Rondanini” (bitmemiş)-ayrıntı, 1552-64, mermer, yük. 195 cm Castello Sforzesco, Milano, İtalya
18 Şubat 1564 ‘te ölen sanatçı bugün dünya heykel sanatının en büyük isimlerinden biridir. Bitmemiş yapıtları bile Rodin gibi büyük heykelcilere yol göstermiştir. Tüm büyük sanatçıların öncü olmaları gibi…
Kaynakça
http://theboulevardiers.com/2012/01/18/when-it-starts-dripping-from-the-ceiling/
http://www.cathnewsusa.com/2013/05/vatican-marks-anniversary-of-1972-attack-on-michelangelos-pieta/
Herkese Merhaba,
Sanırım ben de rookie yılımı bitirdim ve artık NBA yazılarının 2. sezonuna başlayabilirim. Aslına bakarsanız yazıyı geç hazırlayabildiğimden, sezonun nerdeyse ilk ayını izleyerek değerlendirebilme şansım oldu. Önemli transferlerin akabinde, Doğu ve Batı Konferansları ‘nda güçlü takımları analiz ederek başlarsak sezon öncesi atmosferi biraz daha iyi yakalayabiliriz, diye düşünüyorum. Doğu ‘da favoriler Chicago Bulls, Cleveland Cavaliers, Washington Wizards ve bir nebze de olsa Miami Heat ile Indiana Pacers.
Bulls çok önemli katkılar yaptı. Gasol, Mcdermott ve Mirotic takıma önemli bir derinlik kattı. Tabii herkesin merak konusu Rose ‘un sezon boyunca sakatlıklardan uzak kalıp kalamayacağı. Şu ana kadar görünen, Rose kendi üzerinde bir baskı hissetmiyor ama takımın oldukça temkinli davrandığı kesin. En ufak bir şüphede dinlendiriliyor. Sanırım son iki sezonunda oturan bir oyuncu için çok da yanlış bir durum değil. Bulls her zaman savunmasıyla ön planda. Bu sezon Jimmy Butler ‘ın All Star olmasını bekliyorum, çok formda…
Cavaliers King ‘in de belirttiği gibi, uzun bir öğrenme sürecine girecek. Bol bol inişler ve çıkışlar izleyeceğiz; ama play-off ‘lara kadar hızlı bir aşama kaydedemezlerse işleri zor. Çünkü ne Irving ne de Love savunmada durdurucu oyuncular değiller.
Bana göre ligin en çakı gibi takımı Wizards. Harika bir kadroları var ve yaş itibari ile gençler. Pierce gibi usta ve liderlik edebilecek oyuncuları da aralarına kattılar. Wizards geçen seneden beri hakikaten seyir zevki veren bir takım oldu.
Miami ‘de Wade ve Bosh artan yüklerini nasıl taşıyacaklar, Deng onlara ne kadar adapte olabilecek, göreceğiz. Genel olarak oturmuş bir takım olmaları en büyük avantajları, ama o takımın liderini kaybettiler. Wade o boşluğu ne kadar doldurursa, Miami o oranda başarılı olur, diye düşünüyorum.
Pacers için Paul George ‘un sakatlığı sadece kendi organizasyonlarını değil, tüm basketbolseverleri üzen bir şansızlık oldu. George ‘u takip edebildiğim kadarıyla, iyileşme sürecinde olduğunu biliyoruz; ama artık, profesyonel takımlar, oyuncularına daha uzun vadeli yatırımlar yaptığı için sahalara dönmeleri konusunda eskisi kadar ısrarcı değiller. Sezonun önemli bir bölümünü kaçıracak George ‘un da dönmesiyle, Pacers daha nitelikli bir takım olacaktır; ama playoff ‘larda, her ne kadar rakipleri zorlayacaklarsa da, şansları az.
Doğu ‘yu kapatmadan ligin en genç takımlarından Toronto Raptors ‘u atlamayalım. Açıkçası Doğu ‘da iddialı takımlar listesine koymamıştım; ama ilk ay içindeki performansıyla güzel bir çıkış yakaladılar. Batı ‘da uzun yıllardır olduğu gibi, işler daha karışık ve aday çok. San Antonio Spurs, Oklahoma City Thunders, Golden State Warriors, Los Angeles Clippers, Portland Trailer Blazers, Houston Rockets, Memphis Grizzlies takımlarını sayabiliriz.
Listenin en başına Spurs ‘u koymakla hata etmeyeceğimizi düşünüyorum. Yıllardır aynı kadro ve kazanmayı bilen bir sistem. İşte kişilere bağlı kalmadan ekol basketbolu sanırım bu şekilde oluyor. Thunders sezona sakatlıklarla girdi ve ilk üç haftayı nerdeyse Lakers ile aynı galibiyet yüzdesiyle kapadı. Durant ve Westbrook sakatlıkları çok ciddi değil ve kısa zamanda sahalara dönecekler. Bu da onların hızlı bir yükselişe geçmelerini sağlayacaktır. Durant ‘ın ticari anlaşmaları nedeniyle milli takımdan affını istemesi, beni biraz etkilese de son sezonun MVP ‘si, kesinlikle ligde planları bozabilecek bir oyuncu.
Batı ‘nın çakı takımıysa Grizzlies. Küçük Gasol sezona MVP standartlarında giriş yaptı. Memphis Warriors ile son derece formda. Rockets ‘da Howard ‘ın istenen olgunluğa, hırsa ve basketbol zekasına gelip gelmediğini zamanla göreceğiz. Warriors ‘da Steve Kerr etkilerini görmek mümkün. Geçen sezonda zaten başarılı olan genel yapı üzerine, kendi rotüşlarını yapıyor ve Curry & Thompson ikilisinin hücum zenginliklerini izliyoruz. Bu sene savunmada biraz daha sertleşmiş gibiler; ama bunu sezon sonuna doğru daha gerçekçi şekilde analiz edebiliriz.
Clippers ‘ın tüm hava süzülen ve süzdüren yıldızlarına rağmen, hala istenen savunma sertliğinde olduğunu düşünmüyorum. Coach Rivers elinden geleni yapıyor ama sahaya yansıtmalarında sıkıntı yaşadıkları çok açık.
Akıllı cihazların internet üzerinden iletişimi denince, henüz son tüketici seviyesinde algılanan kısıtlı bir kapsam olsa da, teknoloji sektörünün lideri birçok firma, birkaç yıl önce konuya ilişkin ARGE yatırımlarımlarını yaparak çalışmalarını başlattı bile. Aslında endüstriyel otomasyon alanında, nesneler “scada” gibi sistemlerin yardımıyla, çoktan insanlar ve birbirleri ile konuşuyor ve dertlerini insanlara anlatıyorlardı. Tabii bu iletişim daha çok fabrika içersindeki yerel bir ağda gerçekleşiyordu.
Çeşitli haberleşme protokolleri sayesinde, birden fazla cihazın birbirini tanıması ve birbiri ile gerçek zamanlı (çevrimiçi) konuşması ve bir platformda buluşarak bilgi paylaşması ile bir alt sistem oluşuyor. Daha sonra o alt sistemler bir araya gelerek daha büyük sistemleri oluşturuyorlar. Bu tanım, biraz teknik bir tanım olması sebebiyle, aşağıdaki örnekler ile daha fazla anlaşılacaktır. Nesnelerin İnterneti teknolojisinin temel amacı, insanların bilgiye, bilgisayar başına oturmadan veya başka bir insan ile iletişime geçmeden ulaşması olarak tarif ediliyor. Fakat, şimdiden görünen o ki, nesnelerin internetinin bizleri getireceği nokta, insanın günlük bazı bilgilere ulaşma ihtiyacı olmaksızın, gündelik yaşam akışını düzenleyebilecek olmasıdır. İnsanların buna artık eskisinden daha fazla ihtiyacı olduğu bir gerçek ve artık insanlar zaman, dikkat ve kesinlik konularında daha fazla sıkıntılılar; çünkü gündelik yaşamda zaten çok fazla detay ile uğraşır hale geldiğimiz bir gerçek. Libelium ‘un hazırladığı “Akıllı Dünya Görseli” nin büyük halini görmek için aşağıdaki linke tıklayınız.
http://mobilgin.com/wp-content/uploads/2014/07/IoT_Libelium_Smart_World_Big.png
Aslında rivayet odur ki herşey 1991 yılında başlamış. Cambridge Üniversitesi ‘nde onlarca akademisyenin bulunduğu bir binada herkesin kullanabileceği sadece 1 adet kahve makinası bulunmaktaymış. Kahve makinasının bulunduğu kattaki çalışanlar için olmasa da, diğer katlarda bulunan akademisyenler için onlarca basamak merdiven çıkıp kahve makinasının içinin boş olduğu görmek, sinir bozucu bir hal almış. Bunun üzerine bir grup akademisyen, dakikada 3 görüntü yakalayan ve bu görüntüleri herkesin kendi bilgisayarına aktarmasını sağlayan bir sistem tasarlamışlar. Böylelikle her akademisyen, kahve miktarını çevrimiçi ve gerçek zamanlı görmeyi başarmak suretiyle, Nesnelerin İnterneti ‘nin ilk fikir temelleri için ufuk oluşturmuş oldular. Hatta bir rivayete göre, bu ünlü kahve makinesi, eBay aracılığı ile yapılan bir açık arttırmada 5.000 USD ‘nin üstünde bir fiyata satılmış. Aşağıda, bu kahve makinesinden alınan görüntüyü bulabilirsiniz. Konuyla ilgili daha fazla detay için ise aşağıdaki linkten faydalanabilirsiniz.
Fakat, nesnelerin birbirleri ile bağlantısı fikri 1999 yılında Kevin Ashton tarafından ortaya net olarak atıldı ve o zaman için bu kavram, RFID etiketleri sayesinde, radyo frekansı üzerinden birbirleriyle haberleşen cihazları kapsıyordu. Kevin Ashton, bu fikri, P&G ‘nin tedarik zincirinde verimliğini arttırmak için ortaya atmıştı; yani o zaman için aslında endüstriyel bir çözümdü. Ancak haberleşme noktasında gelişen teknolojinin, radyo frekansın dışında da çözümler üretmesi ile konsept çok daha geniş bir vizyona erişti.
Hayatımızı Nasıl Değiştirecek?
Sanırım bu konuyu aşağıdaki örnekler ile açıklamaya çalışmak daha doğru olacaktır :
Örnek 1
Evinizin bir bahçesi olduğunu ve bu bahçenin de periyodik olarak sulanması gerektiğini düşünelim.
1) Elimize bir hortum alarak bahçemizi sulayabiliriz ve bu yaptığımız işi tamamen kendi algılarımıza göre (bahçenin toprağının kuruluğunun gözlenmesi vs.) yönetiriz. Burada otomasyon sıfırdır.
2) Bahçeye bir sulama sistemi yaptırırız ve bu sulama sistemini de hergün saat 08:00 ‘de devreye girip 10 dakika devrede kalacak şekilde ayarlarız. Hava yağışlı olsa da, bahçenin sulamaya ihtiyacı olmasa da bahçe böyle bir sistemde, belirtilen saatlerde, sulanmaya devam edecektir. Burada otomasyon vardır ama bu akıllı bir sistem olmaktan çok uzaktır.
3) Şimdi bu 2 numaralı ev çözümünü, bir de akıllı telefonumuz ile entegre edelim ve uzaktan manuel müdahaleye açalım. Bizim teknolojik olarak geldiğimiz nokta, aslında tam burasıdır. Bu noktada da aslında, akıllı telefonumuz ile bahçe sulama sistemi arasında kurduğumuz ilişki, televizyon ve uzaktan kumandası ilişkisinden farklı değildir.
IoT ile gelmeyi hayal ettiğimiz ilk nokta, bahçe içine gömdüğümüz bir nem sensörü grubunun ölçüm verilerini sürekli olarak platformun veri tabanına kaydetmek ve sulama sisteminin de, bu platformdan bu verileri okuyarak hareket etmesini sağlamaktır. Bu çözüm, aslında tam anlamıyla – istenildiği kadar – daha “akıllı” değildir. Konuya bir de önümüzdeki 3 günün hava durumu verilerini de katarsak ve yarına yağmur yağma olasılığını bu sistemin platformu tarafından algılanmasını sağlarsak ve sulama aktivitesini de buna göre düzenlersek, işte bu sistem artık tam anlamıyla “akıllı” olmuştur ve insan hayatına değer katacaktır.
Bu örnek üzerinden gidersek, buradaki platformu bir orkestra şefi olarak düşünebilirsiniz ve temsil ettiği sistem de aslında küçük bir ev sistemidir (yukarıda “alt sistem” olarak tanımlamıştık). Kimin platformu iyiyse (örneğin; entegre olabileceği cihaz çeşidi), bu yarışı o önde götüteceği kesin. İşte tam da bu sebeple, Google, Apple, Microsoft ve Oracle gibi teknoloji devi şirketler, bu cihazların buluşacağı platform konusunda ARGE çalışmalarına ve yatırımlarına birkaç yıldır devam ediyorlar.
Örnek 2
Şehir dışında bir toplantınız var ve toplantıya trenle gidiceksiniz;
1) Müşteri sabahki toplantıyı 45 dakika ileri alıyor.
2) Arabanız benzin deposunu kontrol ediyor ve tren istasyonuna gidebilmeniz için yakıt almanız gerektiğini biliyor. Bu yakıt doldurma işleminin tahmini 5 dakika süreceğini hesaplıyor.
3) Aynı anda trafik durumu kontrol ediliyor ve istasyona giden yolda kaza olduğunu öğreniliyor, alternatif yolun ise size 15 dakika zaman kaybettireceği hesaplanıyor.
4) Tren ise 20 dakika rötar yapacağını bildiriyor.
5) Tüm bu bilgiler, yatağınızın başındaki saatinize bildiriliyor ve alarmınız 5 dakika daha geç çalıyor, bu da 5 dakika daha çok uyumanızı sağlıyor.
6) Saatiniz arabanıza da haber veriyor ve evden çıkış saatinizden 5 dakika önce çalışmaya ve motoru ısıtmaya başlıyor. Ayrıca kahve makinasına da 5 dakika daha geç çalışmasını söylüyor.
Şimdi IoT için örnekleri biraz daha çoğaltalım;
- Evinizin kapısına gelen kişi için, siz evde olmasanız da, kapıyı açan telefonunuz ile haberleşen bir mekanizma,
- Sahibinin ajandasını kontrol ederek ilk randevu saatine ve hava durumuna göre onu uyandıran bir çalar saat,
- Ev sahibi uyanmadan 30 dakika önce banyo veya kullanılacak diğer odaları ısıtmaya başlayan bir ısıtma sistemi,
- Trafik durumundan sürücüyü anında haberdar eden bir araba,
- Yatağından kalkmadan kısa bir süre önce kahve için su hazırlamaya başlayan bir kettle,
- Ev dahilinde kullanılan, termostat, duman ve karbonmonoksit dedektörleri (Dünyanın ilk akıllı termostatı ile Nest, Google Ventures ‘dan 80 Milyon USD ‘lik yatırım aldı),
Tabi işin çok farklı bir boyutu da var. Platform üzerinde biriken kişisel verilerin kimin tarafından sahip olunacağı tartışılması gereken apayrı bir konu. Facebook, Google ve benzerleri tarafından zaten kişisel alışkanlıklarımızın takip edildiği bir dünyada bir de bunları evimize davet etmemiz, aslında bir yanıyla da korkutucu ve daha düne kadar bilim kurgu filmlerine konu olan bir durumdu. Özellikle kişisel bilgilerin gizliliği ve korunması konusunun ileriki yıllarda sıkça tartışılacağı bir gerçek.
IoT ‘in, sadece ev otomasyonu çözümleri sunmayacağı, endüstriyel çözümler de sunacağı kesin. Hali hazırda büyük baş süt çiftliklerinde kullanılması mümkün hayvan takip sisteminden söz etmek istiyorum. Hayvanın kulağına ve midesine yerleştirilen birer sensör ile hayvanın sürekli olarak vücut sıcaklığının ve midesinin pH değerinin izlenmek suretiyle, hayvan sağlık durumu takip ediliyor ve herhangi bir anormallikte (bunun tespiti tabiki olması gereken değerler ile karşılaştırmak suretiyle ortaya çıkacaktır) çiftçinin bilgisayarına yada cep telefonuna mesaj gidiyor. Tabii bu noktada kritik konu sadece verinin depolanacağı platform yada sensörler ile iletişimin kurulması için yazılım çözümü değil, sensörlerin kendisi de oluyor. Sensörlerin maliyetleri azalmadığı sürece, böyle bir sistemin kullanılabilirliğinin artacağı öngörüsünde bulunmak ta yanlış olacaktır. Sadece maliyet te değil; sensörlerin boyutları küçülmelidir, bu da doğaldırki ARGE yatırımı demektir.
Zaten, konu eğer cihazlar arasında bir haberleşme ise, ki bir uç örnek olarak, yumurtanın kalmaması durumunda buzdolabınızın siz süper markette iken telefonunuza mesaj atmasını istiyorsanız, buzdolabının da yumurta kalmadığını anlaması lazımdır. Bu da bir şekilde buzdolabı içindeki, bir sensör yardımıyla olacaktır. IoT konusunun paralelinde sensörlerin de teknolojisini takip etmek ve geliştirmek bu noktada elzem oluyor. Tam da bu noktada Stanford Üniversitesi ‘nde geliştirilen bir teknoloji sayesinde radyo sinyallerini işleyebilen işlemcilerin boyutunun, milimetre seviyesine kadar indiğini öğreniyoruz. Bu çiplerin boyutu 3,7 X 1,2 [mm] ve herhangi bir enerji kaynağına ihtiyacı yok; enerjilerini kendileri üzerine gönderilen radyo dalgalarından alıyorlar ve sinyali işliyorlar ve tekrar geri gönderiyorlar; üstelik maliyetleri de 5-10 kuruş civarinda. Bu çipler endüstriyel olarak kullanılabilir hale geldiklerinde, yıllardır gelişen ancak bir türlü etiket fiyatları istenen seviyelere inmeyen RFID gibi teknolojilere alternatif olacaktır. Kullanım alanları marketlerden sağlığa, otomotivden giyime, aklınıza gelebilecek her noktada kendine yer bulacaktır.
CISCO ‘nun yayınladığı bir rapora göre, Nesnelerin İnterneti ekonomik olarak 2020 yılında 19 trilyon dolarlık bir pazar yaratacak. ABD ‘li Cisco ‘nun analizlerine göre, 2020 yılına gelindiğinde, içinde akıllı telefonların, PC ‘lerin, ATM ‘lerin, fabrikalardaki üretim makinelerinin ve nakliyat konteynerlerindeki ürünlerin de olduğu, 50 milyardan fazla cihaz internete bağlanmış olacak. Cisco ‘nun kurumsal yatırım şirketi Cisco Invesments, yeni fonla, nesnelerin interneti odağında 150 milyon dolarlık yatırım yapacağını web sitesinden paylaştı.
http://www.ciscoinvestments.com/news/cisco-investments-allocates-150-million-fund-early-stage-firms-around-globe/
Teknik taraftaki bir diğer sıkıntı da, ortaya çıkacak veri miktarıdır. Veri miktarı inanılmaz derecede artacak ve bu verinin çözümlenerek işlenmesi ve yorumlanması başlı başına karmaşık bir iş haline gelecektir. Bu konunun muhatabı, doğal olarak “Big Data” ile uğraşan kişilerdir. Bu veriyi hakkıyla işleyebilen, “daha akıllı sistemler” ortaya koyabilecektir. Bu işe el atan devlerden biri de Intel. Intel bu işe çoktan el attı ve “Akıllı Sistemlerin Sistemleri (Intellegent Systems of Systems)” gibi bir kavram ile yola çıktılar bile.
Kısacası, hayatımıza yeni girecek olan akıllı cihazlar ve ekipmanlar hayatımızın her aşamasında, biz insanları bilgilendirici ve yönlendirici olabilecekleri gibi, hayatımızın her anından da veri topluyor olacaklar. Bu sistem, belli bir süre sonra, en güvenilir danışmana dönüşecek olsa da daha ötesinde yerimize karar veren sistemler olarak karşımıza çıkacağından şüphe yok gibi.
Bu sizi korkutmuyor mu ?
Son olarak konuyu özetleyen bir videoyu da aşağıya koymak istiyorum.
Kaynakça
http://www.milliyet.com.tr/teknoloji-gelisti-cihazlardile/pazar/haberdetay/03.08.2014/1920141/default.htm
http://www.teknoblog.com/nesnelerin-interneti-nedir-68654/
http://blog.turkcell.com.tr/nesnelerin-interneti-dunyamizi-nasil-degistirecek
http://www.techinside.com/nesnelerin-interneti-sizi-cagiriyor/
http://www.capital.com.tr/en-hizli-buyuyen-pazar-haberler/25593.aspx
http://www.techinside.com/radyo-teknolojisinde-devrim-kapida/
http://webrazzi.com/2012/09/21/internet-of-things-nesnelerin-interneti/
http://webrazzi.com/2013/12/22/akilli-diafon-doorbox/
http://webrazzi.com/2014/05/02/ciscodan-erken-asama-internet-of-things-girisimlerine-toplam-150-milyon-dolar-yatirim/
http://bilgicagi.com/Yazilar/17042-nesnelerin_internetine_hazir_miyiz.aspx
http://www.karel.com.tr/blog/nesnelerin-interneti-nasil-dogdu
http://mobilgin.com/nesnelerin-interneti/
http://gelecekhane.com/nesnelerin-interneti-ve-sertifikali-profesyoneller/
http://www.karel.com.tr/blog/hayatimizin-yeni-normali-nesnelerin-haberlesmesi
http://www.karel.com.tr/blog/internet-things-nesnelerin-interneti-nedir-cihazlarin-etkilesim-trendleri
http://psmmag.com/haber/paradigma-degisince-oyun-yeniden-baslar/583947
http://www.technologyreview.com/news/527356/business-adapts-to-a-new-style-of-computer/
http://blog.netas.com.tr/?p=498
http://www.zdnet.com/m2m-and-the-internet-of-things-7000008219/
http://webrazzi.com/2013/05/15/nesnelerin-interneti-alaninda-yatirimlar-nasil-gidiyor/
http://webrazzi.com/2012/12/04/smart-things-leweb-paris-12/
http://toezer.com/iot-internet-of-things-nesnelerin-interneti/
http://berkent.blogspot.com.tr/
http://www.biltekhaber.net/nesnelerin-interneti-turk-sirketlerine-5-alanda-firsat-yaratiyor.html
http://www.muratcandemir.com/tag/m2m