Haftalık Arşiv:Nisan 2014

0 7428

Merhaba,

Yayın hayatına yeni bir başlangıç güzel ve umutlu bir “merhaba” ile başlamalı diye düşünüyorum. Internettinabi web sitesi yayınında emeği geçen tüm dostlara ve okurlara teşekkür ederim.

Umarım siz okuyucular bizlerin yazılarından hoşnut kalır, takip edersiniz.

Bilgi paylaşıldıkça, aynı durum yada olgu hakkında farklı bilgilerle buluşunca, farklı durum ve kavramlarla bağlantılandırıldıkça gelişecek, çoğalacaktır. Bu nedenle tepki ve ilgilerinizi bizlerle paylaşırsanız kendi adıma çok sevinirim.

Benim yazılarım sanatçılar ve yapıtları hakkında olacak. Bir devir, uslup, konu, kavram sıralaması olmaksızın yazmayı düşünüyorum. Bu deneysel bir tutum, ama süprizli bir yaklaşım olacaktır. Böylece bir sonraki yazının sizde bir beklenti yapmasını öngörmemiş olacağım… Beni ne sürükler, neden hangi resim hakkında yazarım nesnel bir cevabım yok. Yalnız şunu söyleyebilirim başyapıtları konuşacağız… Bu defa ve bazen daha önce yazdığım metinleri tekrar ele alacağım…

“Tüm tartışmalara rağmen kültürel değerlerine bağlı, kendi ülkesine,  kendi mitine, kendi halkına, tüm dünyada eşitlik ve özgürlük ülküsüne âşık olan sanatçı…” DIEGO RIVERA

1

Dünya görüşünü bildikleri halde Diego Rivera ‘ya bir resim sipariş edilir. Sanatçı yapıtının içinde, bir figür-bir portre resmeder. Ancak resim tahrip edilir ve sanatçının işine son verilir.

Sanatın sanatçının geçirdiği maceralar, demokrasi yada insan hakları üzerine dem vurmaya benzemez…

Bir ülkeye aşık olmak, ona adanmak, kendi mitine, kendi kültürel değerlerine bağlı kalmak! Batı sanatı terbiyesi edinerek kendin olmaya çalışmak ve bütün bunların yanına koyduğun halkın eşitlik ve özgürlüğünü adaletin onurunu yüceltmek isteği… Bu olgular Diego Rivera ‘yı anlatmak için yeterli mi… Yoksa bitip tükenmez aldatmalarla dolu evlilikleri, Frida Kahlo ve karısının kız kardeşinin de dahil olduğu sevgili listesi, emperyalizme ve kapitalizme kafa tutarken New York ve Detroit ‘te yaptığı muralları, şan şöhret ve yönetici bürokratlarla yaptığı işbirlikleri ile Rivera ‘yı anlatmak mümkün mü…

Diego Rivera; Squeros ve Orosco ile birlikte Meksika resminin en büyük sanatçıları olarak bir devre tanık, öncü oldular. Her sanatçı ya da büyük adamın başına gelenler onun-onların da başına geldi.

 

1905 ile 1916 arasında Rusya ‘da ortaya çıkan fikirler, tüm dünyada olduğu gibi Meksikalı aydınları da etkiledi. Eşitlik, özgürlük ve sosyal adaleti öngören, halkların kardeşliğini önemseyen yeni ve özgür bir dünyanın oluşumunu savunan sosyalistlerin düşünceleri benimsenmişti. Kapitalizmin çalışanların, hak ve özgürlüklerini gasp etmesi ve emperyalizmin sömürgeci yaklaşımlarını reddetmek isteyen sanatçılar, biraz da sloganist bir yaklaşımla resimler, heykeller ürettiler. Sosyalist Devrim kendi çocuklarına iki ayrı yol yarattı. Bir tarafta Malevich, Kandinsky, Tatlin vb. soyut bir dile açık olan ve hatta sanatın kendi geçmişine karşı bir devrim yaratan  sanatçılar vardı. Diğer yanda toplumsal değişimleri, topluma iletmeyi önceleyen ve geleneksel olarak figüratif dili tercih eden sanatçılar yer aldı.

Diego Rivera işte tam anlamıyla bu oluşumların ortasında ele alınmalıdır. Onun yapıtları  olguların bir yansıması gibidir.

3

Kızılderili Savaşçılar / Indıan Warrıors mural, 1931

 

8.12.1886 ‘da Meksika, Guanajuato ‘da doğan Diego ikiz kardeşinin ölümünden bir yıl kadar sonra, daha üç yaşındayken çizim yapmaya başlamıştı. Ailesi her tarafı çizen bu küçük çocuğun duvara gerdikleri bir bez üzerine resim yapmasına izin verdi. Küçücük yaşlarda resim yapmaya başlayan Rivera ‘nın adı, ilk gençlik yaşlarında da bir çapkına çıkmıştı. Üç evliliği ve bir erkek üç kız çocuğu oldu. İçlerinde Frida Kahlo ile evliliği filmlere konu oldu…

Sanat eğitimine 1897 ‘de Academia de San Carlos eski Escuela Nacional de Bellas-ENBA ‘nda (Ulusal Güzel Sanatlar Okulu) başlayan sanatçı bir yıl sonra bir burs kazanarak 1907 ‘de sonraki yaşamının 14 yılını geçireceği Avrupa’ya gitti. Avrupa ‘da kaldığı yıllar boyunca, 10 yıldan daha fazla devam eden ve bir milyondan fazla Meksikalı ‘nın öldüğü Meksika Devrimi ‘ni de sürekli olarak takip etti.

İç savaşı takiben A. Obregón ‘un başkanlığı sırasında yazar A. Reyes ve A. Pani ‘yi Fransa ‘ya Meksika büyükelçisi olarak atadı. O sırada Paris ‘de olan Rivera, Devrim sonrası Meksika ‘nın yeni ulusal kültürünün tanıtımı için yapılan kampanyalarına katılma olanağı buldu. Meksika hükümetinin desteklediği bir bursla Rönesans sanatçılarının yapıtlarını incelemek üzere, İtalya ‘ya gönderildi. 1920 ‘nin kış aylarını çizimler yaparak, fresk malzeme ve tekniklerini inceleyerek geçirdi.

4

Tarım İşçileri mural, 1931

1921’de Vasconcelos Eğitim Bakanı olunca, devlet destekli sanat programı çerçevesinde birçok kamu binasını Meksikalı sanatçıların yaptığı resimler ile donattı. Bunlar devrimin ruhunun, fikirlerinin ve toplumsal kalkınmanın anlatıldığı büyük ölçekli mural resimlerdi. Rivera 1928 ‘de bu kapsamda amacının “Meksika ‘nın sosyal yaşamını yansıtmak ve geleceği yaratacak olan kitlelere gerçekleri göstermek” olduğunu söylediği “Patio del Trabajo–Emeğin Avlusu” ve “Patio de las Fiestas-Bayramların Avlusu” resimlerini yaptı.

Aynı tarihlerde Rivera ‘nın başkanlığında Pintores y Escultores de México – Meksikalı Tekniker, Ressam ve Heykeltıraşlar Birliği – köylüler, işçiler, askerler ve kızılderilileri methettikleri, zenginlerin sömürücü yaklaşımlarını kınadıkları, aristokratik sanat anlayışını ayıpladıkları; “genel olarak halkın yaşadıklarına ilişkin gerçeklikleri dile getiren anıtsal sanat yapıtlarını” öven bir bildiri yayınladılar. Bu birliğin Partido Comunista de México – PCM-Meksika Komünist Partisi ile sıkı bağları vardı. 1922 ‘de Rivera, partiye katılarak Yürütme Komitesi üyesi oldu. 1925-26 arasında Rivera PCM ile ilişkisini kesti ama etkili siyasal eylemlerin içinde yer alan bir aktivist olarak aralarında oldu.

6

Ayaklanma / In The Uprising mural, 1931

 

Meksika’da gelişen ABD karşıtlığı ve ABD ‘nin Orta Amerika ‘daki ülkelere müdahalelerine karşı sesini yükselten birçok komitede görev aldı. Rivera, Sovyetler Birliği ‘nde, PCM ‘in resmi üyesi olarak Ekim Devrimi 10. Yıl kutlamalarına katıldı.

Gelecekte New York MOMA ‘nın Müdürü, A. H. Barr ve gelecekteki Müze Yöneticisi bilim adamı arkadaşı J. Abbott, Moskova ziyaretleri sırasında Rivera ile tanıştılar. Bu tanışıklık sanatçının ABD ‘de sergiler açması ve diğer bağlantılarının başlangıcını oluşturdu. 1927 ‘de Weyhe Gallery de Rivera ‘nın ilk sergisi ve Rockefeller-Funded Art Center ‘da Modern Meksika Sergisi vb…

Sanatçı Meksika’ya döndüğünde ulusal politikalarda değişikliklerle karşılaştı. Rivera Secretaría de Educación Pública ile tekrar çalışmaya başladı. “Ballad of the Proletarian Revolution – Proleterya Devriminin Balladı” diye bilinen resminin panellerini tamamladı. Tekrar başkan seçilen Obregón ‘a bir suikastden sonra, muhafazakâr general P. E. Calles 1928 yılı boyunca ülkeyi fiilen yönetti. Bu yıllarda Meksika ‘Maximato’ diye anılan ve perde arkasından kontrol edilen arka arkaya üç kukla başkanla yönetilecektir.
1929 ‘da otoriter yeni hükümet PCM ‘nin merkez komitesini dağıtarak ofisini kapattı. Parti 1935 ‘de L. Cárdenas ‘ın başkan olmasına kadar yeraltında faaliyetlerine devam etti. Bu sırada Rivera, Palacio Nacional – Milli Saray ‘ın merdiven boşluklarına Meksika tarihi boyunca epik bir seyahati, tarihsel referansları, mitolojiyi ve icatları içeren “Epic of the Mexican People – Meksika Halkı ’nın Destanı” isimli mural resimlerini yaptı.

7

Çalışan Amerikalı İşçiler çizim, 1931

 

Bu sırada sanatçının -yazımızın konusu olan- ABD ile ilişkilerini de içeren dönemi başladı. Rivera Temmuz ‘da ABD ‘nin Meksika elçisi D. Morrow ile tanıştı. Bu arada Cortés Sarayı ‘na “History of the State of Morelos: Conquest and Revolution – Morelos Eyaleti ‘nin Tarihi: Zafer ve Devrim” adlı resmi için hazırlıklara başladı. Rivera Meksika hükümeti için çalışıyor, fakat ABD ile işbirliği içinde olan Morrow ile resmi görüşmeler yaparak komitenin gözünde anti-komünist rejim ile yakınlaşıyordu. Bu durum PCM ‘den kovulmasıyla sonuçlandı.

New York, MOMA müze yöneticisi ve yardımcısı Barr ve Abbott Rivera ‘nın dostları, müzenin kurucularından A. Rockefeller ise, sanatçının resimlerinin en önemli alıcısıydı.

Rivera ve Kahlo 10 Kasım ‘da San Francisco ‘ya vardılar. California Palace of the Legion of Honor ‘de sanatçının sergisi açıldı. San Francisco Menkul Değerler Binası Yemek Salonu ‘na “California Allegorisi” resmini yaptı. Stern ‘lerin evi için küçük bir mural resim, San Francisco Art Instıtude – California Güzel Sanatlar Okulu için de büyük boyutlu bir mural resim yaptı. Ekim ‘de Metropolitan Museum ‘da Mexican Arts sergisi açılmıştı, E. Morrow ve kocası D. Morrow, kolleksiyonları için Rivera ‘dan da “Pazar Yeri “ isimli taşınabilir bir mural resim aldılar.

 

 

Rivera ‘nın MOMA ‘daki sergisi yaklaşırken Paine bazı kaygılarına rağmen Barr ‘a sanatçının, New York ‘daki projesi hakkında şöyle bilgi veriyordu: “Ben Mr. R. Hood ile Radio Center için yapılacak olan freskler hakkında yaptığımız konuşmadan çok memnun kaldım[ . . . ].” Söz konusu haber yazımızın ana konusu olan resimlerdi. Sanatçı ülkesine dönmeden önce; Rockefeller Center olarak bilinen Jr.’s Radio City binasının mimarı Hood, resimler için ayrılan alanı düzenledi. Sanatçı için Heckscher Building ‘in altıncı katında bir atölye hazırlanmıştı. Taşınabilir murallar için metal konstrüksiyonlar kurulmaya başladı. Kasım ‘da Rivera, Kahlo, Paine ve Rivera ‘nın assistanı R. A. Guadarrama Meksika ‘dan New York ‘a geldiler. Ertesi gün New York Herald Tribune ‘de sanatçının coşku dolu gelişi hakkında “Geminin yaklaştığı sırada gelenleri karşılayanlar, sanki evine dönen bir New York ‘lu gibi coşku dolu biri ile karşılaştılar.” diye yazıyordu.

10

Diego Rivera ve Frida Kahlo San Francesco ‘da 1930

 

 

 

14

soldan sağa: Frances Flynn Paine, Diego Rivera, Frida Kahlo, Kathryn O’Gorman
Hammer, 26 Şubat 1332, Philadelphia Grand Opera Company

Aralıkta MOMA ‘da Rivera ‘nın Meksika kültürü temalarını içeren retrospektiv sergisi açıldı. Serginin açılışı basında çok geniş yer aldı. Bu arada Rivera ‘nın etkisi arttı, ama politik görüşleri ve ABD ile yakınlaşması tartışmalar yarattı. Sol görüşlü yazarlar, sanatçılar, gazeteciler onu Kuzey Amerikalı kapitalistlerle işbirliği yaptığı yönünde ve sert bir dille eleştirdiler. Bu tür eleştiriler sağdan da geldi. Haziran ‘da Rivera, Founders Society of the Detroit Institute of Arts ile bir fresk yapmak üzere antlaşma imzaladı. Ford Motor Company River Rouge ‘da yerleştirilen “Detroit Industry” adlı resme başladı. 9 ay boyunca dört duvarda yer alacak bu resimleri yaptı.

9
In Frozen Assets mural, 1931-32

Detroit ‘te iken Todd-Robertson-Todd Engineering Corporation and Todd& Brown, Inc. ile Rockefeller Center’s Radio Corporation of America (RCA) binasına yapacağı resimler için bir kontrat imzaladı. Ve burada yapacağı fresk için hemen eskizlere başladı. Rivera and Kahlo Mart ‘ta New York ‘a geldiler, Rockefeller Center bu durumu basın açıklamaları ile duyurdu. Sanatçı RCA binasındaki Man at the Crossroads adlı bu mural için çalışmalarına başladı. Politik görüşlerini yakından tanıdıkları sanatçının bu yaklaşımı başlangıçta pek can sıkmıyordu. Rivera ‘nın asistanı, Abby ve Nelson Rockefeller çalışmaları yakından izliyorlardı. Ne zaman ki basında “Rivera Suç Olma Özelliği Taşıyan Sahneler ve Komünist Etkinlik. RCA duvarlarında- Rockefeller, Jr. Foots Bill” diye bir başlık atıldı o zaman her şey değişiverdi.

 

 

 

13

Rivera ‘nın Museum of Modern Art ‘daki sergisinde ziyaretçiler Şubat, 1932

 

 

 

4 Mayıs ‘ta N. Rockefeller sanatçıya “eleştirmenlerin dikkat çektikleri detayın Vladimir Lenin ‘in portresi olup olmadığını” sordu. Rivera bunu reddetti ancak ortalık kızışmış, dedikodular basının ilgisini çekmişti. 9 Mayıs ‘ta RCA yöneticisi Todd-Robertson-Todd sanatçıdan söz konusu kişinin portresini resimden çıkarmasını istedi ve muralların üzeri derhal kapatıldı. Rivera ‘nın çalışmasının durdurulması birkaç saat içinde duyuldu, RCA binasının dışında hatırı sayılır sayıda bir protestocu grup toplandı. Takip eden günlerde Rockefeller bu konuda kendilerini eleştiren büyük bir mektup seli ile karşılaştı, bu mektupların bir kısmında sanatçının resmi bitirmesine izin verilmesi isteniyordu. Bugün hala tam olarak bilinmeyen nedenlerle Rockefeller sözleşmeyi iptal etti. Rivera ‘nın RCA ‘daki muralları 10-11 Şubat 1934 ‘teki hafta sonunda parçalanarak doğruca The Museum of Modern Art ‘a taşındı.

15

Leon ve Natalia Trotsky ‘nin Meksika ‘ya Varışı ’nda Frida Kahlo Tarafından Karşılanıyorlar – 1937

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Rivera, Rockefeller Center ‘da ki bu büyük bozgundan sonra da bazı zorluklar yaşadı. Chicago Dünya Fuar ‘ında General Motors için tasarladığı mural da iptal edildi.
Herşeye rağmen B. Wolfe, Temmuz ‘da New York’s New Workers’ School ‘da bir taşınabilir mural serisi yapmasını organize etti. O zamana kadar aldığı paraları resimleri yapmak için kullanmıştı ve ekonomik olarak parlak bir durumu yoktu. Yine de Rivera ve Kahlo Meksika’ya dönünce önce Mexico City ‘nin güneybatısında ki San Ángel de mimar ve muralist Juan O’Gorman ‘ın tasarladığı evlerini bitirebildiler.

Meksika hükümeti RCA ‘daki resmin gözden geçirilmiş bir versiyonunun uyarlanması için Palacio de Bellas Artes ‘in duvarlarını sanatçıya tahsis etti. 1935-1954 arasında Rivera pek çok büyük duvar projesi üstlendi. Rivera ‘nın Partido Comunista de México ile çatışmalı ilişkileri Meksika ‘ya dönüşünde devam etti. Trotsky ‘nin ülkeye girmesine yardımcı olması, Stalinist partinin hoşuna gitmemişti. Ağustos 1955 ‘de Moskovskaia Akademiia Khudozhestv – Moskova Güzel Sanatlar Akademisi ‘nden aldığı bir davet üzerine USSR ‘a bir seyahat yaptı; Sovyetler Birliği ‘nde iken kanser teşhisi kondu. Nisan 1956 ‘da Meksika’ya dönen Rivera 24 Kasım 1957 ‘de San Ángel ‘da atölyesinde öldü.

Diego Rivera ‘nın murallerinin sergilenmekte olduğu sırada 13 Ocak 2011 Cuma günü Occupy Museums, New York , MOMA ‘da bir eylem yaptı.1938 ‘de Diego Rivera ‘nın da aralarında olduğu “Bağımsız ve Devrimci Bir Sanat İçin” manifestosundan bir bölüm okuyarak, pankart astılar. Bu eylemi bir cuma günü yaptılar çünkü 1970 ‘lerde “Artists Workers Coalition” hareketinin sayesinde müzeye herkesin girebilmesi için, bedava olmasını sağladıkları gün Cuma günü idi. 2011 ‘de New York MOMA ‘da gezdiğim Rivera sergisinden sonra yazmıştım…

16 Trotsky_-_Rivera_-_Breton

Trotsky, Rivera ve Breton

 

Tüm çelişki ve tartışmalara rağmen kültürel değerlerine bağlı kalarak kendi ülkesine, kendi mitine, kendi halkına, tüm dünyada eşitlik ve özgürlük ülküsüne aşık olan sanatçı DIEGO RIVERA ‘dan söz ettik…

 

 

 

 

 

 

SEÇİLMİŞ KAYNAKÇA

http://www.e-skop.com/skopbulten/bagimsiz-ve-devrimci-bir-sanat-icin-occupy-moma/539

http://www.felsefeekibi.com/sanat/sanatakimlari/sanat_akimlari_SosyalistGercekcilik.html

Modern Çağda Sanat, Amy Dempsey, Çeviri: Osman Akınhay, Akbank Yayınları

0 7979

20. YÜZYIL’DA İKTİSAT DÜŞÜNCESİ

Yazımızın başlığı metodolojik yönden belli bir zorluğa işaret ediyor: Aristo’dan beri iktisat üzerine yazmış olan düşünürler sistemlerini oluştururken kendilerinden çok önce yaşamış olanlara da atıfta bulunurlar, diğer bir deyişle iktisadi sistemler zamansal olarak geniş bir yelpazede kurulduğu için belki de onları zaman boyutuna göre tasnif etmek güçlük doğurabilir. Bu sorunun üstesinden konuyu şöyle koyarak gelinebilir: Belli bir zaman dilimi içinde egemen olmuş ekolleri saptamak ve bu ekollerin genel çerçevelerini ortaya sermek daha uygundur.20 Yy.’daki iktisat düşüncesinin genel hatlarını, 19. Yy’da temelleri atılan modern iktisat biliminde ortaya çıkan iki ana eğilimin çerçevesinde, bazen de ana akımlardan fazla uzaklaşmaksızın birer varyant olarak nitelenebilecek yaklaşımlar etrafında kavramak olasıdır. Bahsettiğimiz iki ana akım Adam Smith’ ile başlayan Klasik İktisat ve Karl Marx’la başlayan Marksist İktisat’dir.

 19. yy’dan 20 yy’a geçerken Walras, Menger, Jevons üçlüsü ekonomi bilimini bir moral felsefesi olarak konumlandıran erken 19.yüzyıl anlayışından koparan ‘marjinalist’ devrimi gerçekleştirilmiş bulunmaktaydı. Bu sistem Adam Smith’in ekonomide ahlak felsefesinin yerine dair yapıtları ile başlayan ve doruğuna MaxWeber ile varan sosyoloji tabanlı ve ekonomik ‘’aktör’’ün ekonomik eylemini kültürel değerlere ve birey psikolojisi üzerine dayandıran yaklaşımdan önemli bir kopuşu simgelemektedir. Buradan itibaren artık ekonomi bilimi temel Newtonyen paradigma olan ‘’denge’’ kavramına içeriğinde daha fazla yer vererek daha ‘’bilimsel’’ bir temele oturuyordu. Anılan iktisatçıların yapıtları Jeremy Bentham’ın siyasal iktisat düzeyinde sistemleştirdiği ‘’fayda’’ kavramını matematiksel ve türevlendirilebilir bir çerçevede ele olarak günümüzdeki çağdaş mikro-ekonomik teorinin temellerini atmışlardır. Bu noktada artık fayda ‘’optimize’’ edilmesi gereken bir değişken olarak kavranmaya başlanmış ve Vilfredo Pareto’nun ‘’Pareto Optimalliği’’ ilkesi ekonomik kaynak dağılımının araştırılmasında en önemli temel taş haline gelmiştir.Yine aynı dönemde önemli eseri ‘Principles of Economics’ adlı eserini yayımlayan Alfred Marshall, Leon Walras’ın bir ekonomide üretilen tüm malların net talebinin sıfır olması gerektiğini öneren statik genel denge ilkesine zaman boyutunu ekleyip tek tek sektörlere uygulayarak, statik ve dinamik kısmı denge analizini geliştirmiş ve ölçek ekonomileri ilkesini ekleyerek bir ekonomide fiyat oluşum mekanizmalarını araştırmıştır.Yine Walras’ın genel denge ilkesi 20.yy’ın ortalarında artık gelişmiş bulunan ekonometrik teknikler ile- özelde eşanlı denklem sistemleri ile- Joan Robinson tarafından daha analitik bir şekilde formüle edilmiştir.

Ne var ki 1929 büyük buhranı belki de o güne kadar ekonomi biliminin gittiği kanalları kökten bir biçimde değiştirecek ve makro-ekonomi disiplininin doğmasına yol açacaktır. Krizden çıkış yollarına yönelik çabalar Theodeor W.Roosvelt’in 1933’te uygulamaya koyduğu ‘New Deal’ programı ile sonuçlanmış ve hemen ardından John Maynard Keynes’in 1936’da yayımladığı, para ve mal piyasalarının genel dengesi üzerine IS-LM analizini oluşturduğu başyapıtı “Paranın, İstihdamın ve Faizin Genel Teorisi” ile teorik içeriğini bulmuştur.

Keynes’in yaklaşımı, o güne kadar hakim olan görüş olan ve piyasaların kendi kendilerini düzenleyebileceklerini öneren Smithyen ‘Görünmez El’ yaklaşımına önemli bir alternatif oluşturmaktadır. Keynes para politikası alanında, belli bir faiz oranının altında para talebinin faiz esnekliğinin sonsuz olduğunu göstererek ‘likidite tuzağı’ kavramını ortaya atmış ve Keynesyen okulun sonraki temsilcilerinin daha da geliştireceği ‘piyasa yetersizlikleri’ kavramını temellendirmiştir. Keynes böylece tasarruf-yatırım dengesinin kurulmasında otomatik olarak faizin belirleyici olduğuna dair klasik anlayıştan kopmuştur. Piyasa yetersizlikleri yaklaşımı- ilginç bir şekilde başta liberalizmin kalesi olan ABD olmak üzere- sonraki 50 yıl boyunca devlet müdahaleciliğinin, karma ekonomik sistemlerin ve sosyal refah devleti uygulamalarının temelini oluşturmuştur. Bu yaklaşımı genel olarak 1929 Büyük Buhranına yol açan eksik talep/yetersiz tüketim olgusuna verilen bir cevap olarak değerlendirmek mümkündür. Gerçekte Keynes’in önerdiği sistem, 20. yy.’ın başından itibaren teknolojinin üretim süreçlerinde artan oranlarda kullanılması sebebiyle oluşan verimlilik patlamalarıyla ortaya çıkan arz fazlalarının, üretimi yapan aynı ekonomik alan içinde tüketilebilmesini sağlayabilecek makro-ekonomik bir araç işlevi görmekteydi.

İkinci Dünya Savaşının ardından P.A.Samuelson, J.Tobin, ve J.R. Hicks tarafından klasik iktisat düşüncesi ile Keynes’in sistemini birleştirmeyi deneyen kısa ömürlü Neo-Klasik sentez dönemi bulunmaktadır.Ardından 70’li yıllarda ise eşanlı olarak hem Neo-Klasik, Hem de Neo-Keynesyen görüşlerin yükseldiği görülmektedir. Başını Robert Lucas ve Thomas Sargent’in çektiği Neo-Klasik görüşün temelinde iktisadi aktörlerin ekonomi hakkında sağlıklı enformasyona sahip olduklarında bunun üzerine rasyonel davranışlar oluşturacaklarını varsayan ‘Rasyonel Beklentiler’ hipotezi bulunmaktadır. Bu görüşe göre merkez bankaları hedefledikleri sonuçları elde etmek için çeşitli alanlardaki para politikası, enflasyon, istihdam- politikalarını kamuoyu ile şeffaf bir şeklide paylaşmalıdırlar.  Gregory Mankiw, Lavrence Summers, Olivier Blanchard, Joseph Stiglitz gibi Neo-Keynesyen iktisatçılar ise piyasa yetersizlikleri kavramı üzerinde kavramı çeşitlendirerek durmuşlardır. ‘Ters seçim’, ‘asimetrik enformasyon’ ve ‘ahlaki risk’ olgularını ortaya koyarak piyasa yetersizliklerine daha yeni somut örnekler getirmişlerdir. Aynı dönemde siyasal-ekonomik yaklaşım kategorisinde ortaya konan ve çok daha az ses getiren iki yaklaşım ise Bruno S. Frey tarafından öne sürülen Fırsatçı Model ve DoglasA.Hibbs tarafından öne sürülen ‘Partizan Model’dir.

Kesnesyen ekonomi anlayışının krize girmesi için dönüm noktası olarak 1973 petrol krizini göstermek yanlış olmayacaktır. 1970’li yıllardan itibaren, ama özellikle 1976’da Nobel ekonomi ödülünü alan Milton Friedman’ın başını çektiği Monetarizm çeşitli aralıklarla o tarihten günümüze kadar olan süreçte hakim ekonomik paradigma olacak ve 1980’lerin başından itibaren siyasal düzlemde Regan, Theatcher, Kohl üçlüsü tarafından Neoliberal siyasi düzlemde temsil edilecektir.1970’li yıllar gelişmiş Batı ekonomilerinde stagflasyon (paradoksal olarak durgunluk + enflasyon) olgusunun görüldüğü zaman dilimidir. Bu bağlamda Monetarizmin Keynesyen anlayışa tamamen zıt bir sistem önerdiği dikkatleri çekmektedir: Artan bütçe açıkları ve enflasyonla mücadele amacıyla kamunun ekonomik faaliyetlerinin küçültülmesi, siyasal düzeyde bireycilik ve girişim özgürlüğü, talep yönlü yerine arz yönlü ekonomik yaklaşım, piyasa ekonomisine duyulan Smithgil güvenin itibarının iadesi.

Monetarizme göre enflasyon özünde parasal bir olgudur ve enflasyonla mücadele için para politikası araçlarının etkin bir şekilde kullanılması, özetle para arzının genişlemesinin dizginlenmesi gerekmektedir. Monetarist yaklaşımın Keynesyen sistemden ana kopuş noktaları, para talebinin faiz esnekliğinin empirik verilere göre oldukça düşük olması ve likidite tuzağının geçersiz olmasından hareketle piyasa yetersizliklerinin reddi ve mal piyasaları, istihdam,talep gibi kavramların yerine servet ve portföy yönetimi üzerine odaklanmasıdır.

1990’ların ikinci yarısı ve 2000’li yıllarda ise iktisat çalışmalarında 1960’larda Daniel Kahneman’ın temelini attığı, mikro-ekonomik tercihlerde bireyin psikolojisi üzerinde duran ‘’davranışal iktisat’’ yaklaşımı ön plana çıkmıştır.

Karl Marx’ın 19.yy’ın ortasından itibaren geliştirdiği son derece kapsamlı ekonomik felsefesi Ludwig Feurbach’ın materyalizmi, Hegel’in diyalektiği ve İngiliz ekonomi-politiği üzerinde şekillenmiştir. Marxist ekonomik bakış mikro düzeyde temel bir sosyolojik nosyon olan geçimlik üretim/pazar için üretim ayrımına dayanmaktadır ve Marx’ın metaların değerinin iki yönü olarak belirlediği kullanım değeri ve değişim değeri arasındaki ayrıma göre belirlenmektedir. Bir meta olarak işgücü de bu ayrıma tabidir ve işgücü piyasasında girişimci tarafından satın alınmaktadır.Bu bağlamda modern endüstriyel kapitalist üretim biçiminde üretim faktörlerinin-yani sermaye, doğa, makine ve işgücü- maliyetleri içinde diğerleri verili olarak sabit olduğundan, sadece ve sadece işgücü bir maliyet unsuru olarak girişim karının kaynağı olabilmektedir ve kar oranı işgücünün ürettiği ürünün ödenmeyen kısmı olan artık ürüne, yani artık-değere bağlı olarak oluşmaktadır.

Buradan hareketle, Marx, işgücünün tamamını oluşturan grubun bir özbilinç kazanması ile işçi sınıfını oluştuğunu, ve bu sınıf ile girişimci grup olan burjuva sınıfının ekonomik çıkarları arasında uzlaşmaz bir çelişki bulunduğunu ifade eder. “Diyalektik Tarihsel Materyalizm” adını verdiği tarih felsefesine göre toplumsal sistemler ilkel komünal toplum-köleci toplum-feodal toplum-burjuva toplumu süreçlerinden sonra burjuva ve işçi sınıfları arasındaki çatışmanın sonucunda komünal toplum evresine geçecektir.

Karl Marx’ın yaşadığı dönemden Sovyetler Birliği’nin kuruluşuna kadar geçen sürede Marksist iktisat anlayışının bir uygulama alanı bulduğunu iddia etmek mümkün değildir.20.yy’da Marksist ekonomik yaklaşımın iki ana Neo-Marxist koldan sürdüğü görülmektedir. Bu kollardan birincisi tüm Doğu Bloku ülkelerinin ekonomi yönetimlerince benimsenen ve merkezi planlamanın temelini oluşturan Vassiliy Leontief’in girdi çıktı tabloları yaklaşımıdır. Leonid Kantorovich’in doğrusal programlama tekniği yardımcı olarak önemli ölçüde kullanılmıştır. Burada işletmeler tarafından üretilen ara malların diğer işletmeler için girdi olduğu varsayımıyla, hammaddeden nihai üreticiye ulaşan son ürünün oluşumuna kadarki katma değer zincirinin miktar ve fiyat olarak belirlenmesi ve böylece nihai ürünün miktar ve fiyatının piyasa koşullarına bırakılmadan saptanması hedeflenmiştir. Bu teknik Doğu Bloku Ülkelerindeki merkezi planlama komiteleri tarafından uygulanarak planlı ekonomilerin temelini oluşturmuştur. Burada Oskar Lange ve Janos Kornai’nin planlı ekonominin teorik temellerini geliştiren önemli iktisatçılar olarak ön plana çıktıkları görülmektedir. Gerçekte planlı ekonomi uygulamaları Karl Marx’ın geliştirdiği ekonomi teorisi ile oldukça az ilişkili olup 1. Dünya Savaşı sırasında Almanya’da uygulanan ‘planlı savaş ekonomisi’nin geliştirilmiş halidir.

İkinci kol ise Marxist olmayan Batı ülkelerinde, Fernand Braudel’in 1960’larda Akdeniz havzasının ekonomik tarihi üzerine kurduğu gündelik tarihsel-ekonomi ekolü üzerine şekillenmiştir ve ‘Bağımlılık Okulu’  adını almıştır. En önemli temsilcileri Immanuel Wallerstein, Giovanni Arrighi ve Christopher Chase-Dunn’dır ve Wallerstein’in coğrafi keşiflerden günümüze kadar getirdiği ‘modern dünya sistemi’ yaklaşımına dayanır. Bu görüşe göre dünya ekonomisi rekabetçi meta üretiminin dağılımına göre şekillenen merkez, çevre ve yarı-çevre ülkelerini içerir. Merkez ülkeleri yüksek teknolojili, katma değeri yüksek meta üretimini gerçekleştirir, çevre ülkeleri ise merkez ülkelerdeki bu üretim biçimine ucuz işgücü ile ürettikleri hammaddeleri sağlayarak uluslararası iş bölümü içindeki yerlerini almaktadırlar. Bu iki blok arasındaki ticari alışveriş ise ‘eşitsiz değişim’ ilkesine göre gerçekleşmektir ve bu yolla artık değerin az gelişmiş ülkelerden gelişmiş ülkelere transferi sağlanmaktadır. Diğer yandan, özellikle Giovanni Arrighi eserlerinde ‘Dünya Sistemi’ perspektifine Rus iktisatçı Nikolai Kondratieff’in uzun vadeli fiyat serilerine dayanarak geliştirdirdiği, ‘Kondratieff Dalgaları’nı’ ekleyerek uzun konjonktür devreleri ve sistemik birikim daireleri anlayışını geliştirmiştir.Kondratieff Dalgası, yarısı yatırım artışları, fiyat yükselişleri, yüksek istihdam oranları ile karakterize edilen ekonomik canlanma ve takip eden diğer yarısı durgunluk ile karakterize edilen dünya ölçeğinde 40-60 yıl arası süren ekonomik periyottur. Kontradieff Dalgaları savaş, devrim vb. gibi makro düzeyde siyasi gelişmelerle doğrudan ilişkilidir. Bir dalganın başında genellikle belli endüstrilerin gelişmesine yol açan bir bilimsel/teknolojik devrim söz konusudur.Simon Kuznets daha sonra aynı yaklaşımı sadece gelişmiş merkez ülkelerine uygulayarak ‘Kuznets Dalgalarını’ ortaya koymuştur.Bu bağlamda Arrighi Modern Dünya sistemininin başlangıcı olan 16.yy’dan günümüze kadar olan dönemde yaklaşık 120 yıllık dönemler halinde birbirini takip eden 4 adet sistemik birikim coğrafyası tespit etmiştir: Venedik, Hollanda, İngiltere ve ABD.Bu ekol içinde Ernest Mandel, Paul Sweezy gibi yazarların ‘’Geç Kapitalizm’ üzerine geliştirdikleri tezler ayrıca önemli bir yer tutmaktadır.

Yazımızda birbiri ile iç içe geçtiği ölçüde 19.yy.’a dönerek 20. yy.’ın iktisat anlayışlarının genel bir panoramasını çizmeye çalıştık. Şüphesiz bahsedilen her olgunun çok daha ayrıntısına girmek gerekebilir ancak bu çaba daha başka yazıların konusu olacaktır. Bu bağlamda önümüzdeki yazımızda sosyoloji tabanlı ekonomik yaklaşımın en önemli temsilcisi MaxWeber ve onun sistemi üzerine eğileceğiz.